ALLAH ım sen buyuksun bızı zalimlerden koru


Bu Blogda Ara

22 Ekim 2010 Cuma

Şirk

وعن أبى هريرة رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قال:قال رسولُ اللَّه صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَقُولُ اللَّهُ تَعالى: أنَا أغْنَى الشُّرَكَاء عَنِ الشِّرْكِ. مَنْ عَمِلَ أشْركَ مَعِى فيهِ غَيْرِى تَرَكْتُهُ وَشِرْكَهُ
Hz. Ebû Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allahu Teâlâ Hazretleri buyu­ruyor ki: "Ben şirkten en müstağnî olanım. Kim bir amel işler, buna benden başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başbaşa bırakırım.” buyurmuştur.

[1]

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ  @اَللّٰهُ الصَّمَدُ @ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ @وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ @
“De ki: O, Allah birdir. Allah Sameddir. O, doğurmamış ve doğ­mamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.”

[2]

El-Vâhidu, Cenâb-ı Hakk’ın sıfat isimlerindendir. Mahiyette ve kemal sıfatlarında ona hiç bir şeyin eş olması mümkün değildir. Aynı manadaki Ehad de O’nun zât ismidir. Bu tevhidin kât’i ifadesidir. Tevhid ehli hakikat dilinde Allah’ın zâtının tasavvur, tevehhüm ve tahayyül edilen her şeyden münezzeh olduğunu bilir. Bu üç merhale yakîn hâli ile, rububiyyetini ve birliğini ikrar etmekle bilinir. Tevhi­din üç mertebesi vardır.
Tevhid-i Ef’al: Varlıkta Allah’tan başka hakîkî bir müessir olma­dığının hakikatine ulaşmak. Bu tevhide birinci mertebedir. Alâmeti tam bir tevekküldür.
Tevhid-i Sıfat: Bütün kudretleri ve ilimleri Allah’ın şamil ve mutlak kudret ve ilmi içinde mustağrak ve muzmahil görmek; her kemal onun cemal nurundan bir parıltıdır diye kabul etmektir. Bu mertebe birincinin üstündedir.
Tevhid-i Zât: Allah’ta fena bulmaktır. Artık bu makamda bütün işaretler ve ibâreler yok olur. Bunun ifadesi şudur. Lâ mevcûde illal­lah, Allah’dan başka mevcut yoktur.
Kur’ân-ı Kerîm küfür, kibir, şirk, yalan, haset, enaniyet, iftira, suî­zan, zulüm, fesat, gazap, kin, hıyanet, hile, koğuculuk, riya, hırsızlık, adam öldürmek, israf, cimrilik, içki, kumar, faiz gibi bütün kötülük­leri ve kötü itikatları nehyeder.
Kullarının emrine nâmütenâhi nimetlerini ve hazinelerini veren Allah onları her türlü şirk ve günahlardan, maddî ve manevî hasta­lıklardan temizlemek, vikâye etmek ve cümlesini felâh-ı küllîye nâil kılmak üzere Habîb-i emcedi Nebiyy-i Muhteremi Hz. Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi vesellem efendimizi gönderdi. Cenâb-ı Rabb-i Müteâl bütün bu in’am ve ihsânına karşılık olarak kullarını iki vazife ile tevzif buyurmuştur. Bunlar zikir ve şükürdür.
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, Hakk’ı en çok bilen, Halık’ı en çok tanıyandır. Küfrü ve kibri kıran, cehli ve şirki yıkandır. O’nun eli kalem tutmamış fakat kalemler ona muhtaç olmuş en müstesna İnsan-ı Kâmildir. Tevhid dininin Rasûl-i Azam’ı, tarik-i urafanın Hadi-i efhamıdır. Beşere Allah celle celâlühu’nun tercü­manı, rumuz-ı hakâikin lisanıdır. Vahdet ilminin Muallim-i evveli, mânâ âleminin MUSTAFA’sıdır.
Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm şirk ve kibri kırmak, ayıp ve cehaleti kaldırmak ve fezâil-i âliyeyi ihya etmek için gönde­rildi.
En’am sûresinin 82. âyeti “İman edip de imanlarını zulümle ka­rıştırmayanlar var ya işte, korkudan emin olmak onların hakkıdır ve hidâyete erenler de onlardır.” nâzil olunca, bu, müslümanlara çok ağır geldi: “Yâ Rasûlallah! Hangimiz nefsine zulmetmiyor ki!” dedi­ler. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm: “Siz bununla güçlüğe düşü­rülüyor değilsiniz. Bu zulüm ancak, şirktir. Salih kul Lokman’ın, oğ­luna “Ey oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Çünkü şirk, en büyük zu­lümdür, dediğini işitmediniz mi?” buyurdu.
Takva sahibi olmak; Allah'ın emrettiklerini yapmak, nehyettiklerini terketmektir. Haramların en şiddetlisi ise küfür ve şirktir. Emirlerin en önemlisi farzlardır. Farzları yerine getirmenin başlangıcı kelime-i tevhidi ikrar ve tasdikdir. Şirk-i hafî ise; riyâkar­lık, ihlâssızlık diye de tarif edilir.
Kelime-i tevhid imanın esasını teşkil ettiği için zikirlerin ekmeli­dir ve Cenâb-ı Hakk´ı hamd etmek, Allah´ın nimetlerini artırmaya vesile olduğu için de duâların efdâlidir.

[3]

Lâilâhe illallah ikrar-ı vahdet, Muhammedu’rRasûlullah tasdîk-i risâlettir. Bu iki mübarek kelimeyi bir kimse hulûs-i kalb ile yâd edince küfür zulmetini atarak İslâm nûru ile dâr-ı selâmete vâsıl olur. Allah bir Muhammed hak meâl-i şerifini bilerek inanınca derûnun­daki şirk ve diğer emrâz-ı bâtınıyeyi de siler temizler. Bu iki mübarek cümle birbirini tamamlar. İkisi de onikişer harflidir. Harflerinin mü­sâvî oluşunda derin mana ve sırlar vardır.
Zümer Sûresinde:
قُلِ اللّهَ اَعْبُدُ مُخْلِصًالَهُ د۪ين۪ى
“De ki: Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibadet ederim.”


Fudayl bin İyad radiyallahu anh dedi ki: “İnsanlar için amelin terki riyâ, Allahtan başkası için amel yapmak şirktir. İhlas ise şanı yüce Allah’ın kulunu her ikisinden de muhafaza etmesidir, koruma­sıdır.”
Muhakkak Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem riyayı bir yerde küçük şirk, diğer yerde de şirklerin şirki diye isimlendirmiştir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem şanı yüce Allah’ın kıyamet gü­nünde mürâilerden uzaklaşacağını ve onları kendine ortak koştukla­rına göndereceğini haber verdi.
Ebu Umâme radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem ’a bir kişi geldi: “Hem ecir, hem de anılmak için cihad eden kimseye ne vardır?” diye sordu. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem buyurdu ki: ”Ona hiçbir şey yoktur.” Bu sözü o adam üç defa tekrar etti. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem‘de her seferinde: “Onun için hiçbir şey yoktur buyurdu”, sonrada: “Muhakkak şanı yüce Al­lah ancak kendi rızası için hâlis olan ameli kabul eder” buyurdu.

[5]

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz: “Allah’ım nefsime takvanı ver. Sen onun velisi ve mevlâsısın. O’nu temizle. Muhakkak ki sen, nefisleri temizleyenlerin en hayırlısısın” buyu­rur.

[6]

Ruh kalbe tevdi edilmiş ve güzel sıfat ve ahlâkın menbaı olan bir latîfedir, fakat aynı zamanda olduğu gibi nefiste kalıba tevdi edilmiş ve kötü sıfat ve ahlâkın kendinden kaynaklandığı bir latîfedir de. Göz görme, kulak duyma, burun koklama, ağız tatma yeri olduğu gibi, nefis kötü sıfatların ruh da iyi ve güzel sıfatların mahallidir.
Nefsin bütün ahlâk ve sıfatı iki kökten gelir. Birincisi hafiflik, di­ğeri de aç gözlülük ve ihtirasdır. Hafifliği cehâletinden, aç gözlülüğü de hırsından kaynaklanır. Hafifliği itibarı ile nefis düz bir satıhta yu­varlanan makaraya benzer. Hırsı bakımından da kandilin ışığı etra­fında dönen sonra da ateşin içerisine kendini atan kelebeğe benzer. Hafifliğinden dolayı sabırsız ve acelecidir. Akıl, heva ve hevesi hükmü altına alır. Aç gözlülük ve ihtirastan da tama ve hırs meydana gelir. Bu iki vasıf tamâ ve hırs ilk insan çiftinde Hz. Havva vâlidemiz ve Hz. Adem babamızda ortaya çıkmış; bu vasıflar dolayısıyla Hz. Adem ve Hz. Havva aleyhisselam cennete tamâ etmiş ve yasaklan­mış ağaçtan yemişlerdir.
Nefsin sıfatlarının asıl yaratılışından oluşan bir takım kökleri vardır. Çünkü o topraktan yaratılmıştır. Toprağında kendine has bir özelliği vardır. İnsanoğlundaki zaaf vasfının topraktan, buhl ve cim­rilik sıfatının çamurdan, şehvet vasfının pişmiş çamurdan, cehaleti­nin de “Salsal” diye tanımlanan cıvık balçıktan yaratıldığı söylenir. Aldatma, hile ve hased gibi kötülükler, şeytanın özü olan ateşin, in­sanın yaratılışına kısmen girmesinden kaynaklanır.
Nefsin aslını, kaynağını ve fıtrî karekterini bilen kişi, ona galebe etmenin onu yaratanına, Hâlık-ı zülcelâl’a sığınmakla, O’ndan tevfik ve nusret dilemekle mümkün olacağını da bilir. Bir kul, yaratılışında mevcud olan hayvanî iştiyaklarını ilim ve adl ile eğitip yönlendirme­dikçe insanlık derecesine eremez.
İnsanın cesedinin içinde altmış adet “Emrâz-ı Bâtınî” vardır. Kü­für, kibir, hased, riya, ucub, şirk, bahillik, enaniyet, şehvânî arzu, dünya muhabbeti, hubb-ı riyaset, gibi. Bu mezmum sıfatlar insanın gönlünden istiğfar, zikrullah, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi ile te­mizlenir. Ve en son kalpten hubb-ı riyâset çıkar.
Allahümme inni euzubike minerriyâ vessum’avel ucub vel kibir vel ha­set veşşirk veşşikak vennifak ve suil ahlâk ve suil manzarivel mungalebi fil mali vel ehli vel veledi yarabbel âlemîn.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder