ALLAH ım sen buyuksun bızı zalimlerden koru


Bu Blogda Ara

22 Ekim 2010 Cuma

Ali Ramazan Dinç Hocaefendi İle Röportaj

Ali Ramazan Dinç Hocaefendi ile Röportaj

Yazan Mahmut BIYIKLI   
Alemdar-<br />
            Yahyalılı Aliramazan Dinç HocaefendiMuhterem Efendim Hakiki bir Hak aşığını Zarif bir güzeli, sizin dilinizden dinlemek istiyoruz. Hacı Hasan Efendi hazretlerini bize anlatır mısınız?
Eûzü billâhimineşşeytânirracîym Bismillâhirrahmânirrahim Hacı Hasan Efendimiz müşahhas, şahıs olarak ele alınacak olursa, hususiyetlerini ifade etmiş oluruz.
Bu durumda da velayetin bütün sırları ortaya konmuş olur. Ondaki hususiyetler, sıddıkıyet makamına gelen bir insanın bütün güzellikleridir. Onun için genel olarak anlatayım. Hacı Hasan Efendimiz (k.s.) takva ehliydi. Takva, bildiğiniz gibi şirkten küfürden nifaktan büyük küçük günahlardan ve mâsivadan yani Allah’ımızın (c.c.) razı olmadığı, bütün sıfatlardan kaçmaktır. Her işte rızayı ilahiyi gözetmektir. Bir bardağı dahi alıp ağzına doğru götürürken o suyun içindeki letafeti görmek, Allah’ımızın (c.c.) sırlarını görmektir. Mevlayı Zülcelalimizi razı edebilecek taatlarda bulunabildik mi” düşüncesine dalıp rızayı ilahinin haricine çıkmamaktır. Takva ehli, öyledir ki pikniğe bile gitse âlemde olan hadiseleri gözden geçirip ibret alıyor; Dağlara bakıyor, Cenab-ı Hakkın dağları birbirine nasıl yasladığını düşünüyor. Sulara bakıyor, suların akışını düşünüyor. Acaba bizim gözümüzden neden yaşlar akmıyor diye alemi bu tefekkür içerisinde okuyorlar. Semâya baktığı zaman onun sırlarını seziyor, benim gibi günahkârı nasıl gölgelendiriyor diye tefekkür ediyorlar. Üstadımız da daima bu tefekkür içerisindeydi. Her işleri takva esasına uygun bir şekildeydi. Hacı Hasan Efendimizin şahsında mükerrem insanın sadece takvasını anlatmakla bitiremem.
VERA SAHİBİYDİ
Hacı Hasan Efendimiz (k.s.) vera sahibiydi. Ne demek vera; harama düşerim korkusuyla helale bile dikkat etmek. Ashab-ı Kiram bir harama düşeriz diye on dokuz helali terk ettik diyorlar. Bir alış verişte gösterdiği hassasiyetten dolayı İbrahim bin Edhem Hazretlerinden ademiyet kokusu duyuluyor. Asıl gelmesi gereken koku rahmaniyet kokusudur.
H.Hasan Efendimiz (k.s.) rahmani kokuyu bütün hayatında aile hayatında, ticari hayatta, insanlarla münasebetinde her türlü tavrında gösteren bir kimseydi. Ondan anlatabildiğim bir bal tulumundan sadece dışarı sızanlar. Anlatılmakla bitmez… Niyazi-i Mısrî’nin “Bu Niyazi’den de Mevla görünür” dediği gibi, Hakk onların suretinde zûhur ediyor.
Bir günü nasıl geçerdi?
Evimiz biraz dardı. Biz çocuk olduğumuz için O’nun odasında kalıyorduk. Her ne zaman uyansam kendilerini ayakta görürdüm. Diz kapağını geçip topuklarına kadar uzanan öyle bir iç elbisesi giyerlerdi. Göbek ile diz kapağı arası mutlaka kapalı olurdu. Her gece teheccüd namazına kalkarlardı, evrad ve ezkâr okurlardı. Kadiri evradını Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretlerinin bin tevhidini okurlardı. Kur’anı Kerim’den mutlaka bir cüz her gün okurlardı.
Sabah namazlarına camiye giderlerdi, cemaata iştirak onların en büyük arzusuydu. Bir de sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar mescitte kalıyorlardı. O günlerde kahvaltı sabah namazından sonra hazırlanıyordu. Üstadımız bir türlü gelmiyorlardı, annemiz bizi gönderirlerdi. Biz varırdık, zorla kaldırmaya çalışırdık, öyle gelirlerdi ve sofraya otururlardı.
Kendilerine süt ikram edilirdi. Üzerinde, “Aşıka Bağdat yakındır” diye Arapça bir yazı bulunan bir fincanı vardı, bundan içerlerdi. “Oğlum aşıka Bağdat yakındır” sözünden, ben Allah’ın (c.c.) kuluna yakınlığını düşünüyorum.” “Ve nahnu ekrabu ileyhi min hablilveriyd. (Biz kulumuza şah damarından daha yakınız.) Bu ayeti celileyi tefekkür ediyorum derlerdi. Bir fincandan kahve içerken bile böyleydiler.
Kitaplara olan aşkını biliyoruz. Hangi zaman dilimlerinde kitap okurlardı?
Öğle ve ikindi vakitleri arasında kitap okurlardı, kitapları çok güzeldi. Ev ile bahçemizin arası iki yüz veya üç yüz metre, buraya gidene kadar bile kitap ellerinde okuya okuya giderlerdi. Oradaki ağacın altı temizlenir, sulanır, minder konur orada okurlardı. Yine öğle yemeği hazırlanır, beklenirdi. Kitapları bırakıp gelemezlerdi. Kitap ellerinde, sürekli okumaya devam ederlerdi. Anamız tebessümle “elinden kitabı alın, elinden kitabı alın.”derdi bize. Çocuk olduğumuz için elinden kitabı alır kaçardık Ondan sonra biraz nasihat ederlerdi, sofraya otururlardı. llme de ilim ehline de çok muhabbetleri vardı.
Görüşmeler ne zaman olurdu efendim?
Saat dokuz veya on artık o mevsime göre değişirdi, Çok düzenli ve intizamlıydı. Mesela sözleşilen saat dokuzsa saat dokuzdan sonra gelen içeri alınmazdı, mutlak o saatte gidilecek. Herkes sırayla gelir ve neyi ifade ediyorsa onu konuşurlardı. insanın ruhunu karşısına alıp da konuşur gibiydi. Soru hazırlayanlar oluyordu, mesela birisi geldi, dokuz tane sorum var sorulacak dediler, sekizini sordular, cevaplandı. Biraz sonra istirahat odalarından yürüyerek geldiler, “dokuzuncu sorunuzun cevabı şudur” dediler. Cenab-ı Hak gönül gözlerini açmış. Tabii biz Hacı Hasan Efendimizi kerametleriyle ölçecek değiliz. Ama keramet de istikamet üzere yaşayanlarda olur. Burayı hususen vurguluyorum, “keramet müstakim olan insanlarda zuhur eder.” İtikâd kaidesidir akaidimizde, enbiyalarda mucize, velilerde keramet olur. Ama kerametin gizlenmesi vaciptir. Keramete değer vermezler istikamete önem verirlerdi.
Çok seyahat ederler miydi Efendim?
Seyahatları çoktu. Af buyurun, merkebine binerler, çantasını ellerine alıp köylere kadar giderlerdi. Orda dinimizi anlatmak insanların kalplerini İslama ısındırmak için konuşurlardı. Köyümüze dönmediği günler çoktur. Mesela bir Kayseri’de on beş gün kaldığı oluyordu. Orda yüzlerce insanla görüşürdü. Gitmediği gün yoktu, biz günlerce evimizde yalnız kalıyorduk. Evin ihtiyacı nedir, tesbit eder, onu mutlak bırakır, bizim ihtiyacımızı görür, kendisi de bu hizmetlerden katiyen feragat etmez, ayrılmazdı. Çünkü Üstadı Sami Ramazanoğlu (k.s.) Hazretleri onu teşvik ediyorlardı.
Zamanın büyüklerinden kimlerle görüşürlerdi, diğer cemaatlere bakış açıları nasıldı?
Çok güzel bir soru. Bu soru için özellikle teşekkür ediyorum. Bazı tatsızlıklar duyduklarında “Bu mübarek din yolunda tatsızlık tartışma olamaz” buyururlar “Ben hasetlik nedir bilmem” derlerdi. Evimize Sivas’tan Hafız Hakkı diye bir zat gelmişti, manevi eğitimle meşgul olan bir zat. Hafız Hakkı Efendiye gösterdiği hürmete hayran kalmıştım... Üstadımız bizzat arabaya binip kilometrelerce giderek onu kılavuzlardı. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerini hususen ziyaret ediyorlar, onunla görüşüp konuşuyorlardı. Seyahate gittikleri yerlerde büyük zatlar varsa onlarla buluşur ziyaretleşirlerdi. Said-i Nursi Hazretlerinden çok bahsederdi, onun eserlerinden misaller verirlerdi. Said-i Nursi Hazretlerini çok sevdiklerini söylerlerdi. Mesela kendi mesleğinden olan Kayseri’de, Sami Efendi Hazretlerinin görevlisi olan Hacı Şaban Kavafoğlu. Kayseri’ye gittiği zaman mutlaka yanına varırdı. Hiçbir kimsenin ayağına gelmelerini beklemediklerini biliyorum, onlar gelmeden kendisi giderdi. Bunun yanında en çok ilim ehline çok saygı duyarlardı. Büyük zâtlar için, ‘’Dinimize hizmet ediyorlar, bizim de her yere yetişmemiz mümkün değil, hepsini sevmeliyiz. Onlar da oralarda halkın ıslahına vesile oluyor, milletimizin birbirini sevmesine, saymasına, kardeşlik esasına özenmesine gayret ediyorlar.’’ derler, sena ile överlerdi.
Said-i Nursi Hazretleriyle görüşmeleri olmuş mu Efendim?
Cisim olarak görüşmeleri yok ama çok güzel sevgi ve muhabbet oluşmuş aralarında. Eserlerini çok okurdu ve ondan çok misaller verirdi.
Sünnete riayet konusunda yaşadığınız bir hatıranızı lütfeder misiniz?
Kendileri çok rahatsızdı, ayağa kalkıp da lavaboda ellerini yıkayacak durumda değildi, buna rağmen bir leğen getirilir ellerini yıkamadan sofraya oturmazlardı. Yemeğe tuz ile başlar tuz ile bitirirdi, yemekten sonra da ellerini yıkarlardı. Mesela son zamanlarında hayatına mal olacak çok hastalıklar vardı, ayağa kalkacak durumları yoktu. Buna rağmen farzı kıldılar, dediler ki: “Rasulullah’ın sünnetini nasıl terk ederim, sünneti de kılacağım” dediler. Çok zor eğilip kalkmasına rağmen sünneti yerine getirdiler. Sünnete çok riayet ederlerdi.
Ağır hastalıklarında bile ibadete olan aşklarından vazgeçmiyorlar. Bu ne büyük aşk efendim?
Hastanede kalp uzmanı Doktor Servet Bey, “merhaba bile deme, kalp damarların durur” diyor. Doktora cevaben “Allah’ımızın (c.c.) bir damarı değil dolu damarları var” diyor. Ondan sonra ziyaretine gelenlerle görüşmeler konuşmalara devam ediyor. Yine doktorlardan biri, Efendimize “secdeye varma çok rahatsızsınız” demiş, “Doktor Bey lütfen bunu bana demeyin, ben secdesiz yaşayamam” demiş. Doktor eve varınca “Böyle hayatına mal olacak hastalıklarda bile taatlerinden vazgeçmiyor, biz sıhhatimizde afiyetimizde ne yapıyoruz” diye düşünüyor ve namaz kılmaya başlıyor.
Çok teşekkür ediyoruz efendim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder