ALLAH ım sen buyuksun bızı zalimlerden koru


Bu Blogda Ara

23 Ekim 2010 Cumartesi

İnsanlar, Dünyadan, Hiçbir Şey Tatmadan Gidiyorlar

İnsanlar, Dünyadan, Hiçbir Şey Tatmadan Gidiyorlar

Kapısını; su, hava, ateş ve toprağın oluşturduğu bu bünyenin gıdası, geçmiş büyüklerimizin dilinde "anâsır-ı erbaa" (dört unsur) diye tanımlanan maddelerden oluşmaktadır. İnsan; su ile sulanan, toprağın içindeki bileşiklerle beslenen, hava ile teneffüs eden, ışık ve güneşin ısısıyla neşv ü nemâ bulan, gelişip büyüyen bitki ve hayvanlardan elde edilen gıdalarla beslenir. Tek tek saymak şöyle dursun, toplu olarak bile saymaya güç yetiremeyeceğimiz sonsuz nimetler (tahıl ve buğday, incir ve zeytin, muz ve kiraz, nar ve üzüm vs. meyveler; süt ve yoğurt, peynir ve yağ, et, kemik ve derisiyle hizmet eden hayvanların gıdası da) bu dört unsurdan meydana gelir. Sağlıklı beslenen, toprağı verimli, suyu ve gübresi yeterli, havası hoş, güneşi bol memleketin elbette ürünü de tatlı ve lezzetli olur. Vücut ülkesinin misafiri, Cenâb-ı Hak'tan bir nefes olan rûhun gıdası ise, maddî değil, mânevîdir. Ebedi âlemde bizi mesrûr kılacak olan bu misafirin konağının da mükemmel olması îcab eder. İtibarı sûret ve mal ile olmayan bu bünye, Hak Teâlâ’nın huzurunda, kalbin ve amelin güzelliğiyle mesud ve bahtiyardır. Boş yere yaratılmayan, başıboş bırakılmayan insanın bütün fiilleri kayıt altına alınmaktadır. İtaat etmekle emrolunduğumuz Kitâb-ı Kerîm'de Rabbimiz (cc), "Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin." (Bakara, 2/168) buyurmaktadır. Efendimiz (sav) ise, "İnsanlara muhtaç olmamak için, yahut komşularına ve akrabalarına iyilik etmek için dünyada helalden kazanmaya çalışanın, kıyamet günü yüzü, ayın on dördü gibi parlar." "Salih adam için, helal mal ne güzeldir." Hadis-i Şerîf'leriyle, vücut kalemizde misafir ettiğimiz rûhun, helal gıdalarla aziz olmasını, ikram ve iltifata mazhar kılınmasını tavsiye buyurmaktadır. Kibretmemek, insanlara karşı üstünlük taslamamak ve hakkı kaybetmemek şartıyla, bir beşer olarak; yeyip-içer, giyinip-kuşanırız, evlenip çoluk çocuk sahibi oluruz, evimiz de, arabamız da olur.

Bu dünyanın şartları içerisinde yaratıldığımız için -Selmân-ı Fârisî (ra)’nin buyurduğu gibi- meşrû olarak yer, içer, oruç tutup, namaz kılar, uyur, hayat yoldaşımızla sohbet ederiz. İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa (sav)’nın mübarek diliyle ifade edersek, "Cenâb-ı Hak, nimetini kulunun üstünde görmek ister." İbadette huzurun onda dokuzu helal lokmada, biri de uzlettedir. Ebu’l-Hasan Harakani (ks), kendisine ikram edilen turşuyu, bir başkasının bahçesine ait sudan sulandı diye yemez. Şeyh Mustafa Hulusi (ks), hastalığının geçmesi için, rızkı helal olan, bizzat kendi el emeğiyle geçinen kimselerin yemeklerinden yiyerek tedavi olur biiznillahi Teâlâ Helal yiyecek, mideye nur olarak iner. Yemek yerken, kimin verdiğini düşünen, ibadette eritme düşüncesiyle tadanlardan biri, yemeğin boğazından midesine nur olarak indiğini görür. Kelâmî dergâhında misafir olan bir grup, günlerce ihtiyaç mahalline çıkamadıklarından dolayı, kendilerinde bir hastalık olduğuna kanaat getirerek midelerini boşaltmak için ilaç almaya giderler. Yolda, Esad-ı Erbili Hazretleri (ks)’nin oğulları Ali Efendi, "Dönün dergâha! Tekkenin yemekleri helaldir. Yiyecekler, midelere nur olarak iniyor." der Sıhhat, âfiyet ve helal mal, dünyevî nimetlerdir. Dünyevî ve uhrevî nimetler hakkında Efendimiz (sav)’in yapmış olduğu dua, madde ve mânâyı ne güzel dengeler: "Allah’ım! Senden, sıhhat ve âfiyet, bir de güzel ahlak isterim." Maddî ve mânevî bünyemize sürûr veren rûhanî ve melekî gıdalar, Rabbimize kavuşturan nimetler; Hak Teâlâ tarafından üflenen ruh, akıl (kalbde hak ile batılı ayıran nur), anlayış, tefekkür, ilim, takva ve marifettir. Ruh, İbrahim b. Edhem (ks)’in, "İnsanlar bu dünyadan hiç bir şey tatmadan gidiyorlar." sözüyle kastettiği, Hak Teâlâ’yı tanıma zevkiyle (marifetullah) gıdalanır. Bu bedene, acıkınca ekmeği, susayınca suyu ikram ederiz de, niçin ruhumuzun ihtiyaçlarını unuturuz? Hâlbuki maddi bünyemiz de, onun sağlığı için aldığımız gıdalar da gelip geçicidir. Fahr-i Kâinât Efendimiz (sav)’in mübarek kelamlarıyla "Dünya, âdemoğlunun midesinden, karnından çıkardığıdır."

Eninde sonunda yok olacak olan bu teni, günde en az iki öğünle beslerken, şu fânî dünyada bizi ebedî yaşatacak olan ruhumuzu beslemeyi niçin ihmal ediyoruz! Ruh; ilmî delillerle, kalbî neşeyle, Hak Teâlâ vasıtasıyla Hak Teâlâ’ya ulaşarak, imanın kemâle ermesi, belâ ve musibetlere sabırla hakîkî îmâna ererek güç ve kuvvet bulur. Mânevî bünye, imanın rüknü olan altı esasa tereddütsüz inanarak gelişir. Rûhu, kalben tasdik ettiğimiz esasları, bedenen yerine getirerek olgunlaştırırız. Cüneyd-i Bağdâdî (ks)’nin, "Okuyup-yazdığımız, yediğimiz-içtiğimiz her şey bitti. Sadece seherlerde kıldığımız namazlar kaldı." buyurduğu teheccüd namazı, beş vakit namaz ve bizi Hak Teâlâ’ya yaklaştıracak diğer nafile ibadetler, Kur'ân-ı Kerîm'deki emirlere itaat, nehiylerden kaçınma, Sünnet-i Seniyye’ye uymak; edeb, erkân, güzel ahlâk ve ehlullâhın tavsiyeleri dünya ve âhirette bize deva olacaktır. Derviş bazen; zikir, sohbet, rabıta ve murakabeyle, rûhî ve melekî hayata geçerek uyku ve yemeyi unutur. Herkesten ileri makamda oluşunu Hz. Sıddîk (ra), şu sözüyle beyan eder: "Marifetullah zevki bana her şeyden sevgili geldi." Hz. Ömer (ra) ise, "Sabır, Bana dünya yiyeceklerinden daha sevgili geldi." der. Üstazımız (ks)’ın mânevî yoldaşı Kılavuz Hafız, yatsı namazını müteakip namaza durduğunda, ellerini çözemezler, sabahlara kadar kıyamda kalır. Üstaz-ı Âlîmize, bir bardak sütü zorla içirirler, öyle bir haldedir ki, mânevî zevkten günlerce yeyip, içmez. Şeyh Şaban-ı Veli (ks), bir üzüm tanesiyle, bir hafta yemeğe ihtiyaç duymazdı. Aziz Mahmut Hüdai (ks), elmayı koklar, o günü oruçla geçirirdi. Mevlana Celaleddin-i Rûmî (ks), akşam yediği yemekle, bir ay iftar etmeye ihtiyaç duymazdı. Aşk ve şevk devrelerinde bu halleri yaşayan âşıklar, örnek şahsiyetler olduğu için, Sünnet-i Seniyye'ye riâyetle yer ve içerler ama bu, zarûret miktarını aşmaz. İnsanları Hak Teâlâ’ya davet eden Âdem (as) çiftçilikle; itaat edenleri müjdeleyen (beşîr), isyankarları korkutan (nezîr) Muhammed Mustafa (sav) ticaretle; vâris-i enbiya olan evliyaullah, ayrı ayrı bir meslek ve sanat erbabı olarak rızıklarını helal yoldan kazanmışlardır.

Onlar, "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, (marifet, âfiyet, helal mal, itaatkar, saliha zevce), ahirette de iyilik ver (Cennet ve Cemal)." (Bakara, 2/201) diye duâ ederler. Allah’ın dostları, "Allah Teâlâ’nın sana verdiğinden (mal ve servetten, O'nun yolunda sarf ederek) âhiret yurdunu iste ama dünyadan da nasibini unutma. (Kifayet miktarı, ihtiyaca cevap verecek kadar olanı) Allah Teâlâ’nın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et." (Kasas, 28/77) emr-i İlâhî'sine riâyet ederek, her iki âlemde de nimet bahşeden Allah Teâlâ’yı hiçbir zaman unutmamışlardır. İnsan, bu dünyanın şartları içerisinde yaratıldığı için, bu âlemi de, âhiret amellerini de, İlâhî ve Muhammedî ölçüler içerisinde yaşar. Mü’min, sonsuz hayatta, ticari ahlaksızlığın felce, (Bakara, 2/275) emr-i İlâhî'den ayrılmanın körlüğe götürdüğünü bilir. (Tâ-Hâ, 20/124) Aleyhissalât–ü Vesselâm Efendimiz, anne karnındaki hayatı dünya hayatına doğduğumuz dünya hayatını da âhiret hayatına benzetir. Ana rahminde, âzâları tamamlanmayan kişi, bu dünyada yüz yıllarca yaşasa bile yine de uzuvları tamamlanmaz. Hâl ve hareketimiz, 6666 âyet-i kerimeye uygun düşmezse -Cenâb-ı Hak korusun- ebedî âlemde sakat kalırız. Haksız kazanç elde eden, "Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş yemiş olurlar." (Nisa, 4/10) âyetiyle uyarılır. Maddî gıdalar; mideden vücûda dağılarak; göze, kulağa, ele, ayağa, bütün âzâya sıhhat, âfiyet olduğu gibi, mânevî gıdalar da, kalpten bütün uzuvlara yayılarak, yaratılış gâyesine uygun bir hayatı temin için gıda olur. Fakirin hakkı, zekât olarak verilmek sûretiyle ruh ve beden temizlenir. (Tevbe, 9/103) Göz havf-i İlâhî ile eşyaya ibretle bakarak, ağlar. Kulak semavat ve arzın, cümle mükevvenatın zikrini duyar. El hayra uzanır, ayak irşad ve ıslah için gezer. Mevlâ (cc)’dan niyazımız yediğimiz gıdaların helal olması, onları gafletle değil tefekkürle yememiz ve bu arada mânevî gıdalarımızı unutmamamızdır.•

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder